Ülkemizdeki siyaset özelikle de son yıllarda pek çok insanın ve mesleğin itibarını yerle bir ettiği gibi bizatihi kendini de Esfel-i Safilin’in arifesine getirmiş durumda… Elbette bu kendiliğinden ve anında, yani..
Ülkemizdeki siyaset özelikle de son yıllarda pek çok insanın ve mesleğin itibarını yerle bir ettiği gibi bizatihi kendini de Esfel-i Safilin’in arifesine getirmiş durumda…
Elbette bu kendiliğinden ve anında, yani Trabzon’daki o vahim olayı açıklamaya yahut bir şekilde tevil etmeye çalışılırken kullanılan kelime gibi “spontane” olmuyor!
Nasıl mı?
Madem pek çok şey “Nas” ile açıklanıyor biz de konuya onunla gidelim…
Tîn sûresi 4-6’ıncı ayetler:
Biz insanı ahsen-i takvîm üzere, en güzel şekilde (suret, siyret, fonksiyonel ve yaratılış amacına uygun olarak!) yarattık. Sonra onu (bu nimetin kıymetini bilmeyen, şükrünü eda etmeyerek isyan edenleri!) Esfel-i Sâfilîn’e (düşebileceği en alçak nokta!) bırakırız. Îmân edip sâlih (iyi) amel işleyenler bundan müstesnâdır; onlar için bitmeyecek eşsiz bir mükâfât vardır.
Şimdi, diğer yönlerini geçelim ve gelelim sosyolojik ve pedagojik açıdan “vehamet”ten başka bir kelimeyle açıklanamayacak Trabzon’daki o talihsiz olaya: O çocuğun kürsüye, milletin önüne çıkıp (çıkarılıp!) babasından yaşlı bir büyüğüne (amcasına!) “hain” demesi, diğer bir büyüğüne (amcasına!) ise “En iyi adam” deyip tabir-i caiz ise yağ çekmesi ve bununla da kalmayıp, yönlendirildiğini (öğretildiği, ezberletildiği!) çok belli edecek şekilde “oyunuzu ona verin” demesi…
İnanılır şey değil!
Yani bu kadar mı olur be arkadaş?
İnsan hele de bunca yıllık tecrübeden, bunca alkıştan sonra yaptığı işin seviyesini dolayısıyla değerini nasıl bu kadar düşürür?
Nerede kaldı bu işin saygınlığı?
Olay akademik bir çalışmaya değecek kadar etraflı bir şey. Ben sadece iki noktaya değineceğim.
Birincisi…
Çocuk mikrofonu eline alıp (yahut eline verilip!) konuşurkenki yanındaki büyüklerinin, (sadece “gülüşmeleri” deyip hakkını vermeden geçeceğim!) yüz ifadeleri, halet-i ruhiyeleri… Gerçekten insanı, en hafif deyimiyle, rütbeleri makamları ne olursa olsun o kişilere duyulan saygıyı sıfırlayacak bir iç dünyaya savuran, “Bu mudur yani?” dedirten cinsten bir siyret!
İkincisi…
İlgili kesimce yapılan savunma: Olay spontane gelişti! Yani “biz yahut bizden birisi bunu organize etmedi, çocuk kendiliğinden ortaya çıktı. Eeeh Cumhurbaşkanı amcası da (büyüklerin küçüklere olan sevgisinden!) onu kırmamak için mikrofonu eline verdi!” gibi bir şey!
Bu savunma çok yönüyle içler açısıdır. Ben sadece birini söyleyeyim gerisini, şayet burunlarından kıl aldırıp lütfeder ihtiyaç duyarlarsa insan psikolojisi, davranış bilimi, pedagoji bilen ve aynı zamanda yağdanlık olmayan insanlara danışsınlar.
Olaya “spontane” demek savunmaların en kötüsüdür, zira bu, o dokuz yaşındaki çocuğun ne kadar politize olduğunu, ne kadar okuldan aileden toplumdan alması gereken terbiyeden yoksun bırakıldığını, uygulanan eğitim politikaları ve yöntemlerinin ne kadar başarısız ve siyasilerin kayıkçı kavgasına kurban gittiğini ve de o masum çocuk ruhunun umursamazca nasıl iğfal edildiğini gösterir. Bu çok açıktır, karanlık olan ise bu politikalarla ve bu çocukların gelecekte aktif rol alacakları Türkiye’nin durumudur!
Zillet ve esfel-i safilin mi yoksa huzurla yaşayacağımız bir dünya ve sonrasında o sonsuz mükâfat mı?
Elbette Allah’tan ümit kesilmez ama söylemem gerekiyor; geldiğimiz nokta çok yönlü olarak içimi acıtıyor!
Allah sonumuzu hayreylesin.